8 Temmuz 2010 Perşembe

ADIYAMANIN TARİHİ TURİSTİK YERLERİ

Kâhta İlçesi’ nin 12 km kuzeyinde, 35 m yükseklikteki bir höyüğün yamaçlarındadır. Dört sütundur. Höyüğün altında I. Antiokhos’un eşinin mezarının bulunduğu sanılmaktadır. Bu sütunlar Kommagene Devleti’nin Roma’ya bağlılığını simgeler. Burada Alman Arkeolo­gu Siridank kazılar yapmıştır. Sütunlar üst üste konulmuş yedi yuvarlak blok taştan oluşmuştur. 9-10 m yüksekliğindeki sütunlar­dan birinin tepesinde Roma Kartalı heykeli, batıdakinin tepesinde Mithridates’in kabart­ması vardır. Öbür ikisinin üzerinde heykel yoktur.

KAYA KABARTMALARI

Eski Kâhta

Kâhta İlçesi’nin 20 km kuzeyinde, Kâhta Kalesi’ndedir. 3.34 m yükseklikte bir kayada­ki kabartmada, Kommagene Kralı I. Mithri-dates, kuvvet tanrısı Herakles’le tanrılar dünyasında el sıkışırken görülmektedir.

Haydaran

Adıyaman’ın 15 km kuzey­doğusunda, Taşgedik’Köyü’nde bir mağara içinde, 1.00×2.00 m boyutunda bir kayadadır.

Kayadaki kabartmada bir erkekle bir kadının arasında ışık saçan bir yıldız bulunmaktadır.

Karakuş:

Kâhta İlçesi’nin 12 km kuzeyin­deki dört sütundan birindedir. Sütunun tepesindeki kabartma Kommagene Kralı I. Antiokhos’un babası Mithridates’i temsil etmektedir.

Nemrut

Kâhtaİlçesi’nin25 km kuzeyinde, Nemrut Dağı Tapınağı’nın batı tarafındadır. Bu kabartmada, I. Antiokhos, Apollo, Zeus ve Herakles’le el sıkışırken görülmektedir. Kabartmanın öbür yüzünde, I. Antiokhos, Makedonyalı ataları ile görülmektedir.

Pirin – Perre

Adıyaman’ın 5 km kuzeyin­de, Pirin mağaralarındadır. Mağaranın içinde ve girişinde kayalara oyulmuş kabartmalarda insan figürleri bulunmaktadır.

KÖPRÜLER

Cendere Köprüsü

Kâhta İlçesi’nin 18 km kuzeyinde, Fırat’ın kolların­dan Cendere Çayı üzerindedir. Kommagene Krallığı’ndan kalma bir yapıt olduğu ya da Roma İmparatoru Septimus Severus’un buyruğuyla yaptırıldığı sanılmaktadır. İki bin yıllık bir geçmişi vardır. Söylentiye göre, Karakuş tepesindeki yuvarlak sütunlar bu köprünün yerini belli etmek için dikilmiştir. Köprünün ayakları sert kayalıklara oturtul­muştur. Bugün, kuzey girişinde iki, güney girişinde de bir tek sütun kalmıştır. Yuvarlak yontma taşların üst üste konulmasıyla oluşan bu sütunlar 2 m çapında ve 10 m yüksekliğindedir. Köprünün başlangıçta dört sütunlu olduğu, kralın dört oğlundan biri ölünce sütunlardan birinin yıktırıldığı söylenmekte­dir. Köprünün boyu 30 m, su düzeyinden yüksekliği 18 m’dir. Kemeri, her biri on tonluk doksan iki blok taştan yapılmıştır. Beyaz mermer parke taşları aşınmamıştır. Köprüde, Kommagene Krallığı’ndan kalma yazıtlar da bulunmaktadır. Sütunların başları oymalıdır.

Göksu Köprüsü

Akpınar Bucağı’na bağlı Gümüşkaya’Köyü’nün 3 km kuzeybatısında Göksu Çayı üzerindedir.Cendere Köprüsü’ne benzeyen bir Roma yapıtıdır. Samsat İlçesi’rıi Besni’nin Çakırhöyük (Keysun) Bucağı’na bağlar. 150 yıl kadar önce çayın iki yakasındaki iki köy halkı arasında çıkan otlak kavgasında dinamitlenerek yıkılmıştır.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

AFYOUN'UN TARİHİ TURİSTİK YAPILARI

Çavdarlı Höyük: Afyonkarahisar’ın 16 km doğusunda, Çavdarlı Köyü ya­kınındadır. Yüksekliği 6 m’dir. 200×250 m boyutlarındaki bu höyük, IÖ 25002000 arasında kullanılmıştır. 1964′te Arkeolog Mahmud Akok burada kazılar yapmış, en alt katmanda tarih öncesinden kemik, taş ve maden eşyalar bulmuştur. Bu katmanın üstünde İS III. yy’dan kalma bir Roma yerleşim alanı, en üstte de Osmanlı döneminden bir çiftlik kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.

Kelainai: Dinar’ın kuzeydoğusunda, Frigyalılar’dan kalma bir yerleşim yeridir. Ulaşım yollan üzerinde bulunduğundan ge­lişmiştir. Pers Kralı Kserkses’in burada yaptırdığı, İskender’den sonra kullanılamaz duruma gelen sarayın bugüne yalnızca yıkıntıları kalmıştır.

Prymnessos: İlin 6 km güneyinde­ki Sülün Köyü’nde 80 m yükseklikteki bir tepe üzerindedir. İÖ, 3000 yıllarından İS II. yy’a değin kullanılmış bir yerleşim yeridir. Frigya ve Roma dönemlerini yaşamıştır.

KALELER

Afyonkarahisar Kalesi: Afyonkarahisar’ın hemen hemen ortasında, iki yüz yirmi altı meter yükteklikte, yanardağ lavlarının yarattığı trakit kitlesinden ve onun üstünde yapılardan meydana gelen yapıdır. MÖ 14.yyda Arzava Savaşı esnasında, Hitit İmparatoru II.Murşil’in inşa ettirdiği bu kale, istihkam noktası olarak hizmet verdi.

Frigler’den önce, Hititler döneminde kaleye Hapanova denirdi. Çevresindeki tepe­lerde görülen Frigya mezar odaları, kalenin İÖ 800 yıllarında yapıldığını ortaya koyar. Bizans çağına değin, tarihte Hapanova diye adlandırılan kaleye, Bizanslılar yüksek tepe anlamına gelen Akroniom adını verdiler. O günlere değin adı pek duyulmayan Afyonka­rahisar Kalesi, EmeviAbbasi Arap Orduları’nın saldırıları sırasında önemli bir savunma merkezi oldu. Selçuklular döneminde yıkıl­maya yüz tutan kale, Türkmenler’ce onarılıp Karahisar adını aldı. Büyük Selçuklu Hakanı I. Alaaddin Keykubat’ın yeniden onarttığı ve savunma olanaklarını artırdığı kalede, bir mescit ve bir de saray vardı.

Selçuklular döneminde devlet hazineleri­nin saklanması ve korunması görevini üstlenen kaleye, Karahisarı Devle Kalesi adı verildi.

Beylikler döneminde, Sahiba Ata Fahret­tin Ali ve oğulları zamanında, kalenin önemi giderek arttı. Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlı on dört sancaktan birinin merkezi olan Karahisar’ı, öteki sekiz “Karahisar’Man ayırt etmek için, “Karahisar’ı Sahib” adı verildi. Zamanla kentle kalenin adı özdeşleşti. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlan çok genişlediği için, kalenin askeri ve stratejik önemi kalmadı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın Kocatepe’den başlaması ve zafer yolunun oradan açılması, kaleye yeniden ün kazandır­dı.

Afyonkarahisar Kalesi, oldukça dik bir üçüncü zaman tepesine yapılmıştır. Yanardağ bacasının tıkacını oluşturan siyahımsı trakit kitlesine oturur. Kaya yığını üzerine yapılan surlar ve buraya çıkan kesme yolu koruyan ek, iki kat sur ve bir çok burçlarla bir kuleden oluşmaktadır. Kaleye, yarım saat süren kayalık dar bir patikadan çıkılır. En tepede kale kapısı vardır. Kapıdan girildiğin­de, iki yanı kayalık dar bir geçitten topların yerleştirildiği yere geçilir. Bu bölümün yanında, bugün önemli ölçüde yıkılmış olan kızkulesi vardır. Alaaddin Keykubat’ın sarayı bu kulede bulunmaktaydı. Topların yerleşti­rildiği yerden kalenin en tepesine çıkmak için, kayalara oyulmuş, basamaklar kullanılır. Kale içinde ise, bir çok eski yapı, saray, mescit, mahzen ve hapishanenin kalıntıları görülür. Eskiden kalede üç yiyecek ambarı, derin kuyular, mahzen ve cephanelikler, yapılar, koğuşlar ve sekiz büyük sarnıç bulunurdu. Sarnıçlar, kale içinde yaşayanla­rın su gereksinimini karşılardı. Bu sarnıçlar­dan bazıları doğrudan kayalar oyularak yapılmıştı. Derinlikleri sekiz, genişlikleri beşer metreydi. Kayalara düşen yağmur suları, özel yollarla bu sarnıçlarda toplanırdı.

Afyonkarahisar Kalesi’ni “dizdar” yöne­tirdi. “Dizdarlık”, babadan oğula geçerdi. İki yüz koruyucu (dideban), sürekli kaleyi beklerdi. Kale dizdarı ve didebanlar orta kalede oturur, on kişilik takımlar oluşturarak nöbet tutarlardı. Kale, ayrıca, eşkiya tehlike­sinden, halkın ve kent zenginlerinin, değerli eşyalarının özel oyuklarda saklandığı güveni­lir bir korunaktı.

Evliya Çelebi 167 l’de Karahisarı Sahib’e geldiğinde kaleyi de gezmişti.

1573′te Sultan II. Selim’in emirlerinden Mahmut Gördeyi Beyce onarılan kaleye konan ve Evliya Çelebi’nin de gördüğü bir yazıt bugün yerinde yoktur. Evliya Çelebi, kalenin üst yanındaki Alaaddin Çamisi’ni de görmüş,”Seyahatnamesi”nde iç, dış, orta ve varoş kaleden söz etmiştir. Ancak iç kaledeki cezaevinden söz etmemektedir. Selçuklular döneminde yapılan iç ve orta kale duvarları arasında büyük bir zindan vardı. Alaaddin Keykubat’ın yaptırdığı çinilerle süslü küçük cami, üç buğday ambarı, cephane ve barut depolarıyla yedi su sarnıcı iç kaledeydi.

Karahisar zenginlerinin değerli mallarını sakladığı mahzenler de aynı yerdeydi Devle­tin, eyalet beylerinin ve Anadolu isyancıları­nın üzerine yürüyen vezirlerin hazineleri de burada saklanırdı. Palanga denilen orta kalede, dizdar sarayı, dideban evleri, divan­hane ve bir de cami vardı. Didebanların dış kalede bulunan evleri varoşa kadar uzanırdı. İçeriye ancak, bu üç kaleyi birbirinden ayıran kalın kapılardan geçilerek girilebilirdi. İç kale kapısı batıya, orta kale kapısı güneye, dış kale kapısı ise doğuya açılırdı. Her kapı, gece gündüz, sayıları on dolayında olan koruyucu­lar ve gözcülerce (nigehban) beklenirdi. Afyon Süğlüne bağlı Kumartaş ve Kozluca köyleri, padişahın emri ile kale koruyucusuna tımar olarak verilmişti. Kumartaş ve Kozluca Köyü arpalıklarının XVI. yy’da 23.260akçe değerinde olduğu belirtilmektedir. Dizdarlığın babadan oğula geçmesi de yine padişahın emriyle olurdu. Koruyucuların da Karahisar köylerinde dirlikleri vardı. Kale koruyucuları sefer ve akınlara katılmaz, kaleyi beklerlerdi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, kale kuşatıldığında kent halkı da kaleye sığınırdı. İsyanların, kalenin sık sık kuşatılmasının ve yağma olaylarının çoğalması üzerine koruyucuların sayısı üçyüze çıkarıldı. 1061′de Kıbrıs hazinesinin kalede saklandığı, geri gönderi­lirken, Lef’ke yakınlarında eşkiyalarca ele geçirildiği bilinmektedir. Yeniçeri ocaklarının yanı sıra, tımar ve has uygulaması da kalkınca, kale muhafızlığının işlevi sona erdi.

Demirli Kale: İhsaniye’nin 8 km kuzey­doğusunda bulunan Demirli Köyü’nün kuzeyindedir. Frigyalılar zamanında dağların içten ve dıştan kesilmesiyle Güney yüzü bir depremde yıkılmıştır.

Gezler Kalesi: Sincanlı’mn 13 km doğu­sundaki GezleiKöyü’nde yıkık durumdadır. Sandıklı Kalesi: Sandıklı yakınlarındaki bir höyüktedir. 1325′de Germiyanoğlu I. Yakup Bey’in yaptırdığı kaleden günümüze bir duvar kalmıştır.

Toprakkale: Şuhut’un 6 km batısında bulunan Senir Köyü yakınlarında 2.000 m yüksekliğindeki bir tepe üzerindedir. Günü­müze yıkıntıları kalmıştır.

İBADET YERLERİ

Merkez İlçe’de

Ak Mescit: Akmescit Mahallesi’nin, Akmescit Caddesi’ndedir. 1397′de Ketencioğlu Hacı Hamza yaptırmıştır. Kesme taştandır. Tuğladan yapılmış olan kuzeydeki son cemaat yeri, beşik tonozla örtülüdür. Tek şerefeli minaresi de tuğladandır. Mescit, 7.48×7.56 m boyutlarındadır. İç mekanın dört köşeden kubbe yuvarlağına geçişi üçgenlerle sağlanmıştır.

Arap Mescidi: Arap Mescidi Mahallesi’ndedir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Kesme taştandır ve kare biçimindedir. Son cemaat yeri iki kubbelidir. Tek şerefeli minaresi batıdadır. Basık bir kubbeyle örtülüdür. 1809′da onarım görmüştür.

Arasta Mescidi: Çarşıdadır. 1355′te Hacı İsmail bin Mehmed yaptırmıştır. Dükkanlarla çevrili olduğundan “Arasta” (çarşı) diye anılır. Kare biçimindedir. 1895′te Miralay İsmail Bey onanmıştır. Kuzeydeki giriş kapısı üzerinde yapım ve onarım yazıtları vardır. Minaresi kısa ve tek şerefelidir. Camiyi örten kubbe, dört duvar üstüne oturtulmuştur.

Bağçeşme Camisi: Bağçeşme Mahallesi’ndedir. 1496′da Hacı İlyas oğlu Hacı Mustafa yaptırmıştır. 1868′de onarım gör­müştür. Kare biçiminde olup kesme taştan­dır. Kuzeydeki son cemaat yerinin çevresi kapalıdır. Giriş kapısı üzerinde yapım ve onarım yazıtları vardır. Tek şerefeli minaresi kuzeybatıdadır. Batı ve güney duvarlarında ikişer pencere bulunan camide kare mekan­dan kubbeye geçiş tonoz bingi ile sağlanmış­tır.

Çavuşbaşı Camisi: Çavuşbaşı Mahallesi’nde, Çavuşbaşı Sokağı’ndadır. 1575′te Subaşı Mustafa bin Umur yaptırmıştır. 1871′de halkın yardımıyla onarılmış, kuze­yine son cemaat yeri eklenmiştir. Cami kesme taştandır. Yay kemerli giriş kapısı üzerinde üçgen biçimli 5 satırlık bir onarım yazıtı vardır. Caminin onalti köşeli ve tek şerefeli minaresi tuğladandır, mihrabı ise beyaz mermerle kaplıdır. Sekizgen kasnaklı basık kubbesi tonoz bingi ile duvarlar üzerine oturur.

Gedik Paşa Camisi: Cami, medrese ve hamam ile birlikte bir külliye olarak 1472′de tamamlanmıştır. Afyonkarahisar’m doğuya doğru gelişmesinde etkili olmuş önemli bir yapı topluluğudur. Cami, Bursa üslubuyla klasik üslub arasında bir geçit oluşturur. Beş kemerli bir revakla başlayan, mihverde çift kubbeli, mihrab kubbesinin duvarları iki yan eyvanla genişletilmiş bir yapıdır. Caminin sağ ve solunda ikişer oda ve dışarı açılan birer eyvan vardır. Kalem işleri benzerlerinin en güzel örneklerindendir. Dış nisbetler, kütlelerin oturuşu, bağlantılardaki incelik ve bir adımı taş, diğeri patlıcan moru çiniyle yapılan burma minaresi ile Türk mimarisinin görkemli bir yapıtıdır.

Güdük Minare Mescidi: Büyük Demirci­ler Mahallesi’ndedir. Yapıldığı yıl bilinme­mektedir. 1810′da onarım görmüştür. Du­varları moloz taştan, tek şerefeli minaresi tuğladandır. Kubbesi sekizgen kasnaklı ve basıktır.

İmaret Camisi: Çarşı içinde, Kurtuluş Caddesi’ndedir. Sadrazam Gedik Ahmet Paşa 1572′de Mimar Ayaş Ağa’ya yaptırmıştır. Bu yüzden Gedik Ahmet Paşa Camisi adıyla da tanınır. Nakışları Abdüssamedoğlu Hasan’ındır. Camiyi 1795′te Müftüzade Ahmet onanmıştır. Ters T biçiminde ve kesme taştandır. Kuzeydeki son cemaat yeri, 6 yuvarlak sütun üzerine 5 sivri kemerli 5 sekizgen kasnaklı kuvveyle örtülüdür. Tek şerefeli minaresi yivli burma biçimlerle süslüdür. Yivlerin arası lacivert renkli çinilerle kaplıdır. Yay kemerli giriş kapısı kalem işlemeli mermerdendir. Üzerin­deki onarım yazısı 1795 tarihini taşımakta­dır. Doğu, batı ve kuzey duvarlarında iki, kıble duvarında üç sıra pencere vardır. T biçimindeki salonunu iki büyük kubbe, iki yanda sıralanan odaları da üçer küçük kubbe örtmektedir.

Kabe Mescidi: Kentin kalesi altında, Çavuşbaşı Mahallesi’ndedir. 1397′de Hacı Mehmed bin Yusuf yaptırmıştır. Kabe bo­yutlarında yapıldığı için bu adla anılır. Duvarları bazalt taşındandır. Üzerinde yapım yazıtı bulunan giriş kapısına 11 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Tek şerefeli minaresi güneybatıdadır. Kubbesi basıktır ve dört duvar üzerinde oturmaktadır.

Kubbeli Mescit: Kubbeli Mahallesi’nde, Kubbeli Sokak’tadır. 133O’da Germiyanoğulları zamanında Hacı Ali bin İdris yaptırmıştır. Kesme taştan, kare biçiminde olup, kuzeydeki sivri kemerli giriş kapısı beyaz mermerdendir. Giriş kapısının üzerin­deki tek şerefeli kısa minaresi sonradan eklenen mescitin kubbesi onikigen bir kasnakla dört duvara oturtulmuştur.

Kuyulu Mescit: Kuyulu Caddesi’ndedir. Selçuklular’dan kalma olup yapım yılı bilinmemektedir. Minaresinin yanındaki ku­yu nedeniyle bu adı almıştır. Kare biçimli­dir. Kuzeydoğu köşesindeki tek minaresi kesme taştan ve tuğladan bir taban üzerin­dedir. Açık yeşil sırlı tuğlalarla baklava biçiminde süsleri vardır. Kubbesi dört duvar üzerine oturtulmuştur.

Misri Camisi: Mısri Mahallesi’nde, Hacı Eyüp Mısri Sokağı’ndadır. 1483′te Şakkancıoğlu Evliya Kasım Paşa yaptırmıştır. Kesme ve moloz taştandır, iki büyük kubbeyle örtülüdür. Doğu duvarı bitişiğinde bulunan minaresinin tabanı kesme taştan, gövdesi tuğladandır. Mihrabında ma çeşitli tonlarında çiniler vardır. Minber: mermerdendir.

Ot Pazarı Camisi: Tuzpazarı Caddesi’nde, Sebze Hali bitişiğindedir. 1590′da Tellalzade Süleyman Çavuş yaptı: yıkılan minaresi 1958′de yenilenmiştir. Kesme taştan ve kare biçimindedir. Kuzey­de camla kaplı olan son cemaat sonradan eklenmiş olan cami üç sivri kemer üzerine üç kubbeyle örtülmüştür. Mir tek şerefelidir. Mihrabı sonradan yap ve beyaz mermerle kaplıdır.

Türbe Camisi (Mevlevi Camisi): Kuyulu Caddesi’nde Türbe Yokuşu Sokağı’ndadır.

Ulu Cami: Camii Kebir Caddesi’ndedir. Batı kapısındaki iki mermer yazıta , camiyi, Selçuklu Veziri Sahip Ata Fah: Ali’nin oğlu Afyon Sancakbeyi Nasre tin Hasan 1273′te yaptırmıştır. Minberi yapan usta Emirhaç Bey’dir. İşlemeler. Nakkaş Mahmud Oğlu Hacı Murat’ Cami, 1341′de Karamanlılar döneminde onarılmıştır. Minaresi tuğladandır, şe; ne kadar açık yeşil sırlı tuğladan ba; motifleri ile süslüdür. Minarenin ön Osmanlılar’dan kalma bir çeşme bulunmak­tadır. Biri kuzeyde öbürü batıda iki giriş kapısı vardır. 40 sütun üzerine oturan tavan: düzdür, saç levhalarla kaplıdır. Mihrabın çevresinde Ayetelkürsi yazılıdır. Kapı rindeki yazıtta Sivastos’un oğlu Ali Bey”îlı adı bulunmaktadır.

Yeni Cami: Çarşı içinde Nohutçu Sokağı’ndadır. 17H’de Hacı Abdi Çavı yaptırmıştır. 1839′da Elhac Süleyman Paşa’nın onartması üzerine Yeni Cami adın almıştır. Yapı kesme taştan, kare biçimi: tek kubbelidir. Son cemaat yeri 4 sütun 3 bölümlüdür. Şerefeli minaresi tuğladanc Caminin kuzeydoğusunda, kesme taştan yapılma sekizgen biçiminde küçük bir kitaplık bulunmaktadır. Kapısı beyaz mer­merdendir. Medresesi, bugün okul olarak kullanılmaktadır (Cumhuriyet İlkokulu).

Yukarı Pazar Mescidi: Yukarı Pazar semtindedir. 1264′te Karamanoğlu Yusuf Bey yaptırmış, 1465′te de Turgut bin İsmail onartmıştır. Yapı, kare biçiminde olup, duvarları kesme taştandır; giriş kapısı üzerinde onarım yazıtları vardır. Minaresi tek şerefelidir. Doğu duvarındaki pencerenin üzerinde Bizanstan kalma taşlar görülmek­tedir.

İlçelerde

Boyalıköy Tekkesi: Sincanlı’ nın 14 km doğusundaki Boyalıköy’dedir. 1210′da yapılmıştır. Mimarı Kureyş bin Oğuz’dur. Bektaşi tekkesi olarak kullanılmıştır. Yontma taştandır. 15.00×22.00 m boyut larındadır.

Çarşı Camisi: Sultandağ (İshaklı)İlçesi­nin, Selçuk Mahallesi, Çakırağa Caddesi’ndedir. Yapılış yılı 1458′dir. Sonradan yıkılmış, 1914′te aynı temeller üzerine yeniden kurulmuştur. Doğu duvarında yapım yazıtı bulunmaktadır. Kubbesi bağ­dadidir. Kuzeydoğusundaki tek şerefeli minaresi tuğladandır.

Kubbeli Mescit: Şuhut İlçesi’nde, Hisar Mahallesi’ndedir. 1374′te Hamidoğulları’ndan Hızıroğlu Emir İbrahim yaptırmıştır. 1863′teki depremde yıkılmış 1864′de yeniden yapılmıştır.

Rüstem Paşa Camisi: Bolvadin’de çarşı içindedir. Sadrazam Rüstem Paşa’nın (15001560) Mimar Sinan’a yaptırdığı cami XIX.yy’da Sultan Abdülmecit döneminde onarım görmüştür. Duvarları moloz taşlardan yapıl­mıştır. Son cemaat yeri ahşaptır. Kuzeybatı yönünde tuğladan yapılmış tek şerefeli bir minaresi vardır. Üzeri sekiz pencereli bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin içi kalem işi süslerle bezenmiştir.

Sinan Paşa Camisi: Sincanlı’dadır. 1525′te Lala Sinan Paşa yaptırmıştır. Kesme taştandır. Kuzeyindeki son cemaat yeri, 4 yuvarlak sütun üzerine oturtulmuş, sivri kemerli 5 kubbeyle örtülüdür. Minaresi tek şerefelidir. Giriş kapısı üzerindeki yazıtında 1525′te yapıldığı belirtilmektedir. İki büyük kubbesi vardır. Bahçesinin kuzeyinde Lala Sinan Paşa’nın türbesi vardır.

Ulu Cami: Sandıklı’da, Cuma Mahallesi’ nin Yukarı Pazar semtindedir. 1378′de Aydemir bin Abdullah El Necip yaptırmış, 1526′da Abdullah bin Mustafa onartmıştır. Kale biçiminde olup, kalın duvarları moloz taşlarla örülmüştür. Kare planlıdır. Sonra­dan yapılan son cemaat yeri ahşaptır. Giriş kapısı üzerinde yapım ve onarım yazıtları vardır. Minaresi tek şerefelidir.

Ulu Cami: Şuhut İlçesi’nde, çarşı içindedir. 1415′te Demirtaş Paşa’nın oğlu Hamza Paşa yaptırmış, 1862′de onarılmış­tır. Çarşı Camisi adıyla da tanınır. Duvarları kesme taştandır. Tuğladan minaresi güneydoğusundadır. içinde, 4 sırada 16 mermer sütun bulunmaktadır. Üzeri kiremitle örtü­lüdür.

MEDRESELER

Çay Medresesi: Çay İlçesi’ndedir.Taş Medresesi de denir.Selçuklular zamanında, 1278′de Yusuf bin Yakup yaptırmıştır. Mimarı, Amelioğul Bey bin Mehmed’dir. Planı açısından Konya’daki İnce Minareli Medrese’ye, çinileri bakı­mından Karatay Medresesi’ne benzer. Kaim duvarlıdır. Kuzey duvarı kesme taşlarla, öbür duvarları moloz taşlarla örülmüştür. Yay kemerli olan giriş kapısının hemen üzerinde bir aslan figürü vardır. Kubbeli büyük salonu, cami olarak kullanılmıştır. Kubbesi, kemerleri ve mihrabı lacivert ve firuze renkli mozayik çinilerle kaplıdır.

Gedik Ahmed Paşa Medresesi: Afyonkarahisar’da, İmaret Camisi’nin bitişiğindedir. 1472′de Sadrazam Gedik Ahmet Paşa yaptırmıştır. Mimar Ayaş Ağa’mn yapıtı­dır. Taş Medrese diye de bilinir. Kesme taştan, dikdörtgen biçimindedir. Giriş kapısının yay kemerleri pembe mermerdendir.

TÜRBELER

Merkez İlçe’de

Abdülrahim Karahisarı Türbesi: Mısri Mahallesi’nde, Mısri Camisi’nin güney duvarına bitişiktir. Büyük bir kubbeyle örtülü olan türbede, XV. yy’da yaşamış Akşemseddin’in halifesi mutasavvıf Şeyh Abdülrahim Karahisarı ile bir yakınının sandukaları bulunmaktadır.

Kadın Ana Türbesi: Kadın Ana Bulvarı’ndadır. XIII. yy’da Selçuklu Sultam III. Alaaddin Keykubat’m üç kızından biri olan Naime Hatun için yapılmış, 1940′ta onarım görmüştür. Yay kemerli kapısı doğuya bakan türbede tek sanduka vardır.

Mevlevi Türbesi: Kuyulu Caddesi’nde, Türbe Camisi’ndedir. Cami içinin sol yanını kaplar. Burada 12 Mevlevi sandukası yer alır. Bu sandukalar Mevlana Celaleddin Rumi’nin altıncı kuşaktan torunu\Aba Puş Balı, yedinci kuşaktan torunu Mehmet Semai, sekizinci kuşaktan torunu Hızır Şah, Muğla Mevlevi Şeyhi Şahidi İbrahim Dede (Muğla’da Şahidi Camisi’nin bahçesindeki türbede de gömülü olduğu söylenmektedir) ve Şah İsmail’in torunu Elkas Mirza ile yakınlarına aittir.

Sahipler Türbesi: Şimdiki Buğday Pazarı’ndadır.Kubbelidir. Sahipoğlu Nusredüttin Ahmed Bey eşi ve çocukları için yaptırmış­tır. Ön yüzü kesme taşlarla kaplıdır. Türbede 10 sanduka vardır.

İlçelerde

Boyalıköy Kümbeti: Sincanlı’nın 14 km doğusundaki Boyalıköy’de Boyalıköy Tekkesi’nin yanındadır. Kureyş bin Ilyas bin Oğuz ile kardeşi Hacı Mehmed bin Oğuz’un kümbetidir. İki renkli kesme taştan yapılmıştır. Kare tabanlı, sekizgen gövdelidir.

Boyalıköy Eyvan Türbesi: Boyalıköy’de Boyalıköy Tekkesi’nin doğusundadır. Kes­me taştan yapılmıştır, son yıllarda onarıl­mıştır. Kimin olduğu bilinmemektedir.

Herdene Baharbaba Türbesi: İnsaniye’ nin 12 km batısındaki Osmanköy’dedir. XIII. yy’ın ikinci yarısında yapıldığı sanıl­maktadır. Kesme taştandır. Yıkık durumda­dır.

Lala Sinan Paşa Türbesi: Sincanlı’da, Sinan Paşa Camisi’nin kuzeyindeki bahçede­dir. Lala Sinan Paşa’nın (XVI. yy) bu türbesi kesme taştandır. 4 yuvarlak sütun üzerine 4 sivri kemerli ve kubbelidir.

Muradım Türbesi: Sandıklı’da, Çay Mahallesi, Dereboyu Sokağı’ndaki Muradım Camisi bitişiğindedir. XVIII. yy’da yapıl­mıştır. Kare biçiminde ve kubbelidir. Türbe­de, Sandıklı Leblebiciler Loncası’nm pirleri olan Şeyh Nureddin ile Şeyh Hamza’nm sandukaları bulunmaktadır.

Sayababa Türbesi: İhsaniye’nin 5 km güneydoğusundaki Akören Köyü’ndedir. XIII. yy’m ikinci yarısında yapıldığı sanıl­maktadır. Kesme taştan ve iki katlıdır. Bir beşik tonozla örtülüdür.

ŞEHİTLİKLER

Afyonkarahisar Şe­hitliği: Afyonkarahisar’da, Asri Mezarlık içindedir. Şehitlikte, Yunan işgali sırasında iki düşman uçağını düşüren ve 1922′de şehit düşen iki havacıyla İ939′dan sonra şehit düşen 8 havacının mezarları bulunmaktadır.

Agah Efendi Şehitliği: Afyonkarahisar’ın 15 km güneybatısındaki Büyük Kalecik Köyü’ndedir. 1921 ‘de KurtkayaSavaşı’nda’ şehit düşen Yüzbaşı Agah, bir teğmen ve bir başçavuş burada gömülüdür.

Anıtkaya Şehitliği: Afyonkarahisar’m 30 km kuzeyinde, İhsaniye’nin 11 km güneybatısındaki Anıtkaya (Eğret) Köyü’n­dedir. 28 Ağustos 1922′de Başkomutanlık Savaşı’nda şehit düşen süvarilerden 12 subay ve er burada gömülüdür.

Dedesivri Şehitliği: Afyonkarahisar’m 45 km batısında, Çalışlar Köyü’ne 5 km uzaklıkta, bir tepenin üzerindedir. 2627 Ağustos 1922′de tepenin Yunanlılar’dan geri alınışında şehit düşen 14 er için yapılmıştır.

Sandıklı Şehitliği: Sandıklı’dadır. İste­nilen saatte Çiğiltepe’yi Yunanlılar’dan geri alamadığı için üzüntüye kapılarak kendini öldüren Albay Reşad Çiğiltepe’nin anısına yapılmıştır. Reşad Çiğiltepe’nin mezarı daha sonra Ankara’daki Cebeci Şehitliği’nekaldı­rılmıştır.

Yıldırım Kemal Şehitliği: Afyonkarahisar ile Dumlupınar arasında, Küçükköy (Yıldırım Kemal) Tren İstasyonu yanında­dır. Konya’da hastaneden kaçarak çarpış­malara katılan ve şehit düşen yedek süvari üsteğmeni Yıldırım Kemal ile 4 subay ve 30 erin topluca gömüldükleri yerdir.

HAN VE KERVANSARAYLAR

Döğer Kervansarayı: îhsaniye Kasabası yakı­nında ve eski Halep yolu üzerindedir. XV. yy’ın ilk yarısında II. Murad döneminde yapılmıştır. İki bölümlü ve iki katlıdır. Birincisi 13,20×29,40 m, ikincisi 13,20x 27,10 m boyutlarındadır. Kervansarayın tüm uzunluğu 56,50 m’dir. Her bölümün giriş kapısı ayrıdır. Birinci bölüm kesme taştan, ikincisi moloz taştan yapılmıştır. Kervansaray, beşik tonozlarla örtülüdür.

Eğret Hanı: İhsaniye’nin 11 km güney­batısında bulunan Anıtkaya (Eğret)Köyü’nde ve AfyonkarahisarKütahya yolu üzerin­dedir. Yapılış yılı 1278′dir. Selçuklu yapıtı olmasına karşın Selçuklu kervansaraylarına pek benzemez. Son yıllarda onarılmıştır. Kalın duvarları kesme taştandır.

Sahipata Kervansarayı: Sultandağ’ın Selçuk Mahallesi’nde, Çarşı Camisi yanın­dadır. 1249′da Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali yaptırmıştır. İshaklı Kervan­sarayı adıyla da tanınır. Kalın duvarları kesme taştandır. Bahçesinde, ortada, kare biçimi, iki katlı bir köşkimescidi bulunmak­tadır. Kervansaray beşik tonozla örtülüdür.

Taşhan: Çay İlçesi’nde, Çay Medresesi’ nin doğu yönündedir. Yaptıranın adından ötürü Ebul Mücahit Yusuf Ham diye de anılır. Kare biçiminde olan hanı, Mimar Oğulbey bin Muhammed 1278′de yapmıştır. Giriş kapısı kesme taştan, duvarları moloz taştandır. Kapı üzerinde yapım yazıtı ve bir aslan figürü bulunmaktadır. Çatıyı 16 sütun taşımaktadır. Ortasını 4 sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe, yanlarını düz çatı örtmektedir.

HAMAMLAR

Çifte Hamam: Sultandağ’da Sahip, Ata Kervansarayı arkasında, Çarşı Camisi karşısındadır. XV. yy’da yapıldığı sanılmaktadır. Erkek ve kadın hamamları yanyana olduğu için bu adla anılır. Aralarında tuğla sıralar bulunan moloz taşlarla yapılmıştır. Yıkık durumda­dır.

Gedik Ahmet Paşa Hamamı: Afyonka­rahisar’da, İmaret Camisi’nin kuzeydoğusundadır. 1472′de Sadrazam Gedik Ahmet Paşa yaptırmıştır. Moloz taştan ve kare biçimindedir. Erkekler bölümü kadınlarınkinden büyüktür. Kiremitli bir kubbeyle örtülüdür. Doğudaki giriş kapısı kesme taş­tandır.

Kasımpaşa Hamamı: Afyonkarahisar’da Gazlıgöl (Voyvoda) Caddesi’ndedir. Mısri Camisi’nin bir vakfi olarak 1475′de Tuti Mezakoğlu Kasım Paşa, Mimar İlyas Ağa’ya yaptırmıştır. 1967′de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onartıldı. Duvarları moloz taştandır.. Erkekler bölümünün soyunma yeri bir kubbeyle örtülüdür. Onarımdan önce sarı yeşil çinileri vardı.

ANITLAR

Kocatepe Anıtı: Afyonkara­hisar’m 14 km güneybatısında, 1.903 m yükseklikteki Kocatepe’dedir. Atatürk’ün, 1922′de Başkomutanlık Savaşı’nı yönetmiş olduğu yerde, bu savaşın anısına 1953′de yapılmıştır. Anıtın bir yüzünde Atatürk’ün silueti ve bir yazıt bulunmaktadır. Yazıtta şunlar yazılıdır:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal (Ata­türk), karargâhını 25.8.1922 günü burada, Kocatepe’de kurdu. 26.8.1922 sabahı saat 05.30′da Türk Ordularına, düşmana taarruz emrini verdi. Bozulan Yunan Ordusunu, 30.8.1922 günü Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde yok etti. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle, 9.9.1922 günü Yunanlıları denize döktü. Afyonkarahisar Vilayeti halkı ebedi hatırasına şükranlarını sunar. 26.8.1953″

Zafer Anıtı

Afyonkarahisar’da Cumhu­riyet Meydanı’nda, Belediye’nin karşısında­dır. 27 Ağustos 1922 tarihinde, Kurtuluş Savaşı’nda Afyonkarahisar’m Yunan saldı­rısından kurtarılışını canlandıran tunçtan bir anıttır. 1936′da Avusturyalı heykeltıraş Krippel (18831945) yapmıştır. Düşmanı ayakları altına alan Türk’ün zaferini simge­lemektedir. Ön yüzünde Atatürk’ün bir portresi vardır. Sol yüzünde Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın Başkomutanlık Savaşı’nda harita üzerinde yaptığı çalışma­lar canlandırılmıştır. Arka yüzünde halkın sancağı öpmesi, sağ yüzünde de Mehmetcik’in bir süngü saldırısı gösterilmiştir.

KABARTMALAR VE KAYA ME­ZARLARI

Aslankaya

İhsaniye’nin 6 km kuzeyinde, Üçlerkayası Köyü yakınlarında­dır. Frigyalılar’dan kalmadır. 11 m yüksekliğindedir. Alt bölümde, 2,37 m yüksekliğin­deki ana tanrıça Kybele’nin kabartması bulunmaktadır. Bu bölümün yanları ve üstü geometrik biçimlerle süslenmiştir. En üstte iki sfenks kabartması, yanlarında Frigya yazıları vardır. Kayanın öbür yüzlerine de aslan kabartmaları işlenmiştir.

Asiantaş

İhsaniye’nin 5 km kuzeyinde, Aslankaya kabartması yakınındadır. Frigyalılardan kalma, 10,5 m yüksekliğindeki bir anıtmezardır. İki yanında, ikişer aslan kabartması vardır.

Ayazin

Afyonkarahisar’m 20 km kuze­yinde, Ayazin Köyü kayaiıklarındadır. Burada, kapılarının üzerinde aslan kabart­maları bulunan Frigyalılar’dankalma yüzler­ce mezar odasına rastlanmıştır. Ayrıca, bazı ev kalıntıları ile kayalara oyulmuş bir de Bizans Kilisesi vardır.

Kapıkaya

Afyonkarahisar yakınlarında Düğer ve Üçlerkayası köyleri arasındaki yolun üstündedir. Burada, kayalara oyul­muş mezarlar ve tanrıça Kybele kabartması vardır. İÖ VI. yy’dan kalma bir Frigya ya­pıtıdır.

Maltaş

Afyonkarahisar’ın doğusunda, Çobanlar Bucağı yakınlarındaki Göynük Köyü’ndedir. İÖ VII. yy’dan kalma bir Frigya yapıtıdır. Burada, toprağa gömülmüş kabartma kayalar bulunmaktadır. Frigya tanrıçası Kybele için bir mihrap yapılmıştır. Dörtgen yüzü geometrik motiflerle süslü­dür. 1938′de Fransız arkeologlarmca Mal­taş’ta kazı yapılmıştır.

Yılantaş

Göynük Köyü’ndeki, Frigyalı­lar’dan kalma kabartmalar depremlerle yıkılmıştır. Bir kapı üzerindeki bu kabart­mada birbirine sarılmış iki yılana, mızrağıyla saldıran iki savaşçı canlandırılmaktadır.

KÖPRÜLER

Altıgöz Köprüsü: Afyon­karahisar’da Cirit Kayası eteğinde, Akarçay üzerindedir. Selçuklular’dan kalma 6 kemerli bir köprüdür. Akkoyunlu Oymağı beylerin­den İlyas bin Oğuz yaptırmıştır (1214), Osmanlılar döneminde onarım görmüştür (1861).

Kırkgöz Köprüsü: Bolvadin’in 6 km güneyinde, Bolvadin ile Sultandağı arasın­da, Akarçay üzerindedir.

İstanbulun Gezilecek Yerleri

İstanbul, doğal güzellikler açısından ender rastlanabilecek bir değer niteliğindedir. Uygun iklim koşulları ve topografya, zengin su varlıkları, ili doğal güzellikler açısından dünyanın sayılı yerlerinden biri durumuna getirmiştir.

Çok uzun zamandan bu yana il topraklarında yaşanılmış olması ve ilin tarih boyunca uygarlığın önemli merkezlerinden biri olma özelliğini taşıması, var olan doğal zenginliklerin insan emeği ile etkileşip daha da değerlenmesine yol açmıştır. Ancak, bu sonuncu etmen son yıllarda tersine etkiler yaratarak ilin doğal olanaklarını hızla ortadan kaldırmaya başlamıştır, tide yeşil alan oranı azalmakta, su varlıkları yok olmakta, denizler kirlenmekte, kentleşme ve sanayileşme doğal değerlerin karşısında bir büyük tehlike olarak giderek büyümektedir.
İSTANBUL MESİRE YERLERİ: istanbul, doğal yapısının zenginliğiyle, yararlanmak isteyenlere çeşitli olanaklar sunmaktadır. İlde, değişik özellikler gösteren uzun bir kıyı şeridine, zengin bitki örtüsünün değerlendirilmesiyle oluşan korulara, sayıları giderek azalsa da açık yeşil alanlara, çeşitli su varlıkları yöresinde oluşmuş mesire yerlerine sık sık rastlanmaktadır.

Geniş bir alana yayılan İstanbul mesireleri iki ayrı yakada olma özellikleri göz önüne alınarak “Avrupa Yakası Mesireleri” ve “Anadolu Yakası Mesireleri” olmak üzere iki ayrı başlıkta incelenecektir.

ANADOLU YAKASI MESİRELERİ: İstanbul’un Anadolu yakası mesireleri daha çok Boğaz yöresinde ve Boğaz’ı çevreleyen sırtların doğusundaki yeşil alanlarda toplanmıştır. Boğaz’ın kuzeyinden başlanarak değerlendirildiğinde ilk beliren merkez İstanbul’un önemli dinlence alanlarından biri olan Beykoz yöresidir.

Beykoz Yöresi: Çok eski dönemlerde kurulan ve kurulduğundan bu yana Boğaziçi’ nin en önemli iskelelerinden biri olan Beykoz, İstanbul’da bitki örtüsünün en sık ve zengin olduğu yörelerdendir. Kuzeyde Karadeniz kıyısındaki Riva’dan, güneyde Paşabahçe’ye kadar uzanan bir alan, hemen tümüyle bir mesire yeri olma özelliğindedir. Bu geniş alan içinde isimlendirilebilecek çok sayıda özel nokta bulunmaktadır.

Beykoz Körfezi ve çevresi bu noktaların başlıcalanndandır. Körfez kıyısındaki gazinolarla lokantalar boğaz görüntülerine hâkim olma özellikleri, özgün yemekleri ve gelenekleri ile İstanbulluların ilgi merkezlerindendir. Beykoz Körfezi’nde kayık kiralana-bilmekte, denize girilebilmektedir. Hemen kıyıya kadar inen Beykoz sırtları da yemyeşil ağaçlarla kaplıdır. Güzel manzaralı bu yeşil alanlar içinde lokanta ve gazinolarla çevreleri de halk tarafından mesire amacıyla kullanılmaktadır.

Beykoz’un 2 km kuzeyindeki Yalıköy ile aynı yörede bulunan Hünkâr İskelesi güzel limanlar oluşturan koyları ve kıyı şeritleriyle adları anılmaya değer yörelerdendir. Benzer özellikleri olmasına karşın askeri bölge içinde olduğundan halkın kullanımına kapalı olan Sütlüce de koyu ve yeşil alanlarıyla İstanbul’un doğal güzellikleri arasında sayılmaktadır.

Beykoz’un 3 km kuzeyindeki Kaymak-donduran adlı dinlenme yeri de doğal değerlerce zengin bir alandır. İçinde yöreye adını veren çok soğuk bir su kaynağı da bulunan koru, ıhlamur, kestane ve meşe ağaçlarıyla çevrilidir. Günlük kapasitesi 1.500 kişi olan mesirede büfe,masa-bank,ocak, tuvalet gibi tesisler bulunmaktadır.

Beykoz çevresinde yer alan bir başka mesire yeri de Beykoz Çayırı’dır. Yalıköy’ ün arkasındaki bu çok geniş çayır, ağaçlarla çevrilidir. Fatih’in av alanı olarak kullandığı, IV. Murad’ın cirit oynadığı, Sultan Se-lim’in ok talimleri yaptığı bu tarihi alanda, bugün de spor etkinliklerinde bulunulabil-mektedir. Çayır ile deniz arasındaki tepecikte, 200 dönümlük bir bahçe içinde Beykoz Kasrı bulunmaktadır. Kasrın bahçesi, doğal güzellikler arasında belirtilmesini gerektirecek bir özelliğe sahiptir. Çok iyi düzenlenmiş koruluğun içinde ender rastlanan ağaç türleri bulunmaktadır. Korunun ilgi çekici bir başka özelliği de ağaçlar arasındaki yapay mağarasıdır. Eskiden hamam olarak kullanılan bu mağaranın duvarları istiridye ka-buklarıyla kaplı olup, tepedeki bir delikten giren ışık bu kabuklarda yansıyarak olağanüstü bir görünüm yaratmaktadır.

Boğaziçi’nin Çamlıca Tepesi’nden sonra en yüksek noktası olan Yuşa Tepesi de Beykoz yöresindedir. Hem yüksek hemde kıyıya yakın olması nedeniyle çok geniş görüş alanı olan tepede, Yuşa Peygamberin olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezarın boyunun çok uzun olması nedeniyle tepeye, kimi kaynaklarda Devler Tepesi de denilmektedir. Bir kır kahvesi de bulunan tepenin eteklerinde, istanbul’un fethinden sonra ilk imar edilen bahçe olan Tokat Bahçesi bulunmaktadır. İçinde bir de köşkün bulunduğu bahçenin çevresi daha sonra Macar Bahçesi adıyla bilinen bir mesireye dönüşmüştür.

Beykoz yöresindeki ünlü tarihi mesirelerden biri de Sultaniye Mesiresi’dir. Başta ulu çınarlar olmak üzere, çeşitli ağaçların oluşturduğu korular içindeki bu mesire yeri, Osmanlılar Dönemi’nde padişahların ok talimleri yaptıkları bir yer olarak da özellik taşımaktadır. Bu mesirenin yakınlarındaki Gümüşsüyü adlı kaynak Boğaziçi’nin en iyi nitelikli sularındandır.

Beykoz’a iki saat uzaklıkta, Tokat De-resi’nin güneydoğusundaki yemyeşil bir vadinin içinde bulunan Dereseki ve Akbaba köyleri de mesire yeri olarak kullanılan yörelerdir. Çevredeki ünlü meyve bahçeleri, korular ve iyi nitelikli içme suları yörenin özelliklerini oluşturmaktadır. Özellikle De-reseki’nin güneydoğusunda, 200 m yükseklikte, kavak ve meşe ağaçlarının çoğunlukta olduğu Karakulak Koruluğu önemlidir. Koruluğun içinde aynı adı taşıyan bir de kaynak bulunmaktadır. Bunun dışında yörede bulunan Al-i Bahadır, Koyun Korusu ve Alemdağ gibi yerler de diğer önemli mesirelerdir. Alemdağ’da bulunan su kaynakları bu yörenin daha çok tanınmasına yol açmıştır. Bu kaynaklardan biri ünlü Taşde-len Suyu’dur. Bileşiminde bulunan fosforik asit nedeniyle mideye ve böbrek hastalıklarına yararlı olan bu suyun çevresinde, masa-bank,ocak,tuvalet gibi tesisler bulunmaktadır. Mesire yerinin kapasitesi günde 1.000 kişi dolayındadır. Çevrede bulunan eski Ahmet Mithat Paşa Çiftliği’nden kaynayan Sırmakeş Suyu da İstanbul’un bilinen önemli kaynaklarındandır.

İstanbul Şile yolunun 8. km’sinde, Alemdağ yakınlarında bulunan Ömerli Baraj Gölü’nün çevresi de çok büyük önem taşımamasına karşın zaman zaman kullanılan bir mesire yeridir.

Beykoz yöresinde, mesire yeri niteliği taşıyan doğal güzellikler içinde en önemlilerinden biri Abraham Paşa Korusu’dur. Çok geniş bir alana yayılan bu koru, İstanbul mesireleri içinde gerek tarihi, gerek doğal değerlere sahip olma özelliğiyle çok yönlü önem taşımaktadır (Bak. istanbul’un Ünlü Koru ve Parkları).

Beykoz’un kuzeyinde bulunan Anadolu Kavağı da mesire yerleri arasında sayılması gereken bir isimdir. Denizcilik Bankası’nın Boğaz gezisi yapan vapurlarının son durağı olan bu yerleşim, kıyı gazinoları, yeşil alanları, deniz sporları yapma olanaktan olan bir yöredir. Anadolu Kavağı’na Beykoz’dan otobüs de işlemektedir.

Polonezköy: İstanbul’un Asya yakasındaki ünlü mesirelerinden biri de Polonezköy’dür. Beykoz’dan kalkan dolmuşlarla ya da özel taşıtlarla ulaşılan köy, doğal güzelliğinin yanı sıra halkının özellikleriyle de tanınmaktadır.

1846′da ülkesinin işgale uğraması üzerine Polonya’yı terk eden Prens Kartarinsky, Osmanlı Devleti’nin kendisine verdiği bu yöreye adamlarıyla birlikte yerleşerek küçük bir koloni kurmuştu. Kendi özelliklerini ve geleneklerini koruyarak yaşamlarını sürdüren yöre halkı, çevreyi kendi anlayışlarına göre düzenlemiş, özgün tarzlı evleriyle Polo-nezköy’ü yaratmışlardı.

Daha sonra Padişah Abdülmecid’in, yöre halkına, tarımsal etkinliklerinin vergiden muaf bırakılması imtiyazını tanımasıyla Polonezköy’e iyice yerleşen Polonyalılar, ülkelerine dönmemişlerdi.

Günümüzde Polonezköy bir mesire-say-fiye yeri olarak önemli işlevler görmektedir. Köyü çevreleyen alan, çeşitli mevsimlerde, bakımlı ve verimli doğanın insan için sağlayacağı olanakları bütünüyle sunmaktadır. Yeşil alanlarda yürüyüşler yapılabilmekte, köyden kiralanan binek hayvanlarıyla turlar düzenlenebilmektedir. Köyün yakınında bulunan, içinde tesis olmayan küçük bir orman, piknik yeri işlevini görmektedir.

Özellikle haziran ayı, kiraz mevsimi olması nedeniyle Polonezköy’ün en çok ilgi gören mevsimidir. Kış mevsiminde yöre, kar örtüsü altındaki doğasıyla ve av olanaklarıyla bir başka özellik kazanmaktadır.

Köyün ilgi merkezi olmasının bir başka nedeni de Polonezköylüler’in geleneksel konukseverlikleridir. Günübirlik ya da belli sürelerle kiralanabilen köy evlerinde, tam pansiyon hizmet verilmektedir.

Giderek ortadan kalkmakla beraber özgün Polonya yemeklerinin de yenebildiği Polonezköy tereyağı, peynir ve yoğurt gibi süt ürünleri ile de ün kazanmıştır.

Polonezköy yakın dönemde kimi özelliklerini yitirmeye başlamıştır. İlk kuranlarının çoğu yurt dışına göçmüş, evler Türkler tarafından satın alınmış, özgün mimari özellikleri ortadan kalkmaya başlamış, sessizlik ve sükûnet yerini kalabalık ve gürültüye bırakmıştır.

Sürecin kendisini tamamlaması halinde, ge’ecek kuşaklara yöre özelliklerinden çok şeyin aktarılamayacağı kesindir.

Paşabahçe-Üsküdar Yöresi: Beykoz’un güneyinde yer alan Paşabahçe yöresi,Boğaz manzaraları ve yeşil alanlarıyla ilgi çekmektedir. Yöre tarihte incir bahçeleriyle ün kazanmış İneirköy Mesiresi’ni de kapsamaktadır.

Paşabahçe’nin güneyinde Çubuklu Köyü bulunmaktadır. Çubuklu Bahçe denen tarihi bir mesirenin bulunduğu semtin yaslandığı sırtlar yemyeşil bir bitki örtüsü ve korularla kaplıdır. Tepede Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın köşkü bulunmaktadır. Köşkün çevresini saran 19 ha, koru eskiden bülbül-leriyle ün kazanmıştı. Bugün köşk ve çevresi belediyeye devredilmiş durumdadır. Halka açık olmakla birlikte sosyal ve turistik amaçlara hizmet edebilecek bir donanıma sahip değild’r.

Boğaz boyunca daha güneyde, bir başka mesire ve sayfiye yeri olarak Kanlıca Körfezi bulunmaktadır. Türkler’in Boğaziçi’ne sahip oldukları ilk günlerden beri kalabalık ve bayındır bir yer olan Kanlıca, tarihi mesi-releriyle ünlüdür. Fıstıklı Yokuşu’ndan körfeze inen sahada, padişahların da kullandıkları eski Mihrabad Mesiresi bulunmaktadır.

Fıstık, selvi ve çınar ağaçlarıyla kaplı 23 ha alanı olan bu mesireden ünlü Göztepe Suyu çıkmaktadır. Bugün bakımsız durumdaki bu korudan başka Kanlıca yöresinde Kavacık, Saffet Paşa Bağı ve Yazıcı Çiftliği mesireleri de bulunmaktadır. Bunların en önemlisi olan Kavacık, tepede, içinde iyi bir suyu, havuzu ve çeşmesi bulunan, halkın çok kullandığı eski bir çiftliktir.

Kanlıca Körfezi de, kıyı boyunca yerleşik gazinoları, kahveleri ile başlıbaşına bir dinlence alanı oluşturmaktadır. Çayı, sütü ve yoğurduyla ünlü olan bu kahveler İstanbullular tarafından en çok kullanılan dinlenme yerlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır.

Kanhca’nın güneyindeki Anadoluhisarı yöresi de kıyı kahveleri ve Hisariçi ile sık gezilen yerlerdendir. Bu yöredeki Göksu ve Küçüksu derelerinin çevreleri İstanbul’un tarihi mesirelerindendir.Geniş bir yeşil alan olan Küçüksu Çayırı, İstanbul’da çok bilinen ve tatil günlerinde büyük kalabalıklar tarafından kullanılan bir alandır. Bu mesireler eski İstanbul’un mesireleri içinde en çok ilgi toplayanlardandı. Özellikle cuma günü yapılan Göksu âlemleri çok kalabalık olurdu. Göksu Deresi’nin 1 km içine kadar kayıklarla girilir, Göksu Çayırı, Küçüksu Çayırı, Baruthane Çayırı atlarla, arabalarla ya da yaya olarak gezilirdi.

Ancak, bugün bu yöreler İstanbul’un artık sahip olmadığı değerler arasındadır. Kötü kullanım, sanayileşme ve kentleşme gibi etkilerle giderek alanları daralan ve yoğun bir çevre kirliliğinin etkisinde kalan bu tarihi mesireler yok olup gitmişlerdir.

Anadoluhisan’ndan sonra sırasıyla Kandilli, Vaniköy, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi ve Kuzguncuk yöreleri gelmektedir. Bu yöreler bugün daha çok kent içinde kalmışlarsa da yine de kıyı boyunca uzanan yalıları, yer yer yeşil alanları ve Boğaz manzaralı kıyı kahveleri ile İstanbullular için gezinti alanları oluşturan merkezlerdir.

Eskiden bunlardan Kandilli’de, Evliya Çelebi’nin Bağ-ı İrem, Bağ-ı Cenan olarak vasıflandırdığı kasırlarla süslü Kandilli has bahçesi, dik yeşillik bir yamaca yaslanan Vaniköy’de Papaz Korusu denilen bir mesire, Kuleli yöresinde de Kule Bahçesi denilen bir has bahçe bulunmaktaydı.

Kuleli’den sonra gelen Çengelköy Koyu da Boğaz’ın ilginç noktalarındandır. Çiçek-likleriyle ünlü Çengelköy’ün Beylerbeyi ile sınırını oluşturan Havuzbaşı Vadisi, yörenin bellibaşlı mesiresidir. Eski bahçeler arasında bulunan İstavroz Bahçesi’nin bulunduğu Beylerbeyi’nde ise Beylerbeyi Sarayı ile arkasındaki yeşil yamaçlar ilgi çekmektedir. Kuzguncuk yöresi de Boğaz manzaralı kıyı kahveleri ve meyhaneleriyle ünlüdür.

Çamlıca Tepeleri: İstanbul’un en eski mesirelerinden olan Çamlıca tepeleri, bugünde çok bilinen ve değerlendirilen dinlence alanlarından biridir.

İstanbul çevresindeki en yüksek noktalardan biri olan Büyük Çamlıca Tepesi (261 m), kuşkusuz İstanbul’u en güzel anlatan noktadır. Temiz havalarda Boğaz’ın iki yakasını, Anadolu sahillerini, Adaları ve tüm Marmara’yı görebilme olanağı bulunmaktadır. Özellikle gün batışı anında, İstanbul’un Avrupa yakasının profili güzel bir görüntü sergilemektedir.

Tepede Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından özgün üslubunda düzenlenmiş bir kahvehane ile üzerinde henüz tamamlanmamış bir döner lokanta bulunan televizyon kulesi bulunmaktadır.

Tepenin, eskiden çevresinde bulunan çam ağaçlarından aldığı adla anılan suyu da ünlüdür. Bugün artık güneyindeki küçük bir çamlık sayılmazsa çıplak sayılabilecek tepeye, Üsküdar ya da Kadıköy’den otobüs veya dolmuşlarla çıkılabilmektedir.

Büyük Çamlıca’nın hemen yanında daha alçak olan Küçük Çamlıca Tepesi vardır. Büyük Çamlıca’ya giden yol üstünde Kısık-lı’dan sağa dönülerek ulaşılan, park görünümlü bir alan içinde, bir çay bahçesi de bulunan Küçük Çamlıca Tepesi, Büyük Çamlıca’ya oranla daha az kullanılmaktadır.

Kadıköy-Bostancı Yöresi: Boğaz’ın Marmara’ya açıldığı noktada, Haydarpaşa semtiyle başlayarak Marmara kıyısı boyunca Kadıköy, Feneryolu, Moda, Kalamış, Erenköy,Göztepe,Caddebostan, Suadiye ve Bostancı semtlerini kapsayan bu bölge,bugün tamamen konut alanı haline gelmiş, doğal değerlerinin hemen tümünü yitirmiş ve kirlenmiştir. Artık bu yörede kimi gezinti alanları, küçük parklar ve deniz kenarındaki gazino ya da çay bahçelerinin dışında sayılabilecek önemli dinlence alanları bulunmamaktadır.

Ünlü Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Çayırı, Yoğurtçu Parkı, Moda Çayırı, Kalamış, Moda ve Fenerbahçe koyları yörenin bugüne ancak adları ulaşan tarihi mesireleridir.

Moda Çayırı ve çevresindeki bağlar yok olmuş ve küçük bir çocuk parkına dönüşmüştür. Ünlü Kuşdili Çayın’ndan ise bugüne küçük bir açık alan kalmıştır. Bir zamanların sandal gezilerinin yapıldığı Kur-bağalıdere’nin hedef olduğu yoğun bir çevre kirliliği, gerek bu alanı gerek nispeten daha yeşil bir alan olarak kalıp, Yoğurtçu Parkı’ na dönüşen Yoğurtçu Çayırı’nı değerlendirilemez hale getirmiştir. Haydarpaşa Çayırı ise Haydarpaşa Istasyonu’nun alanında kalarak demiryolu sahasına dönüşmüştür.

Kalamış, Moda ve Fenerbahçe koyları da kıyılarına kadar inen dev taş konutların arasında kalmış, yoğun bir çevre kirlenmesine hedef olarak doğal olanaklarını hemen tümüyle yitirmiştir.

Kalamış Koyu çevresinde son zamanlarda belediyece yapılan çalışmalarla, kimi açık ve yeşil alanlar yaratılmaya çalışılmaktadır. Fenerbahçe Burnu’ndaki park ve sahil yolu çevre düzenlemesi bu arada sayılabilir.

Aydos Yöresi: İstanbul’un doğal değerleri ile tarihsel değerlerinin iç içe geçtiği bir başka önemli yer de, Aydos Dağı ve yöresi-dir. Samandra, Aydos Tepesi ve Yakacık yörenin önemli noktalarıdır.

Bu noktalar içinde en kuzeyde olanı Samandra’dır. Ankara asfaltından Yakacık çıkışında ayrılıp 9 km kuzeye gidilerek ulaşılan Samandra’ya, Üsküdar’dan dolmuş da bulunmaktadır.

Tarihi adı Damatrys olan Samandra’nın bu ismi, Tarım Tanrıçası Demeter’den kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yöre, bu ada uygun yemyeşil, geniş alanlarla çevrilidir. Gerek Bizanslılar, gerekse Osmanlılar tarafından av alanı olarak kullanılan ormanlarla çevrili Samandra yöresinde, şimdilerde bu olanak bulunmamaktaysa da yine de yörede sessizlik ve temiz hava egemendir.

Samandra yakınındaki Kayışdağ’da doğal değerlerin yanı sıra, manastır ve dağın güney yamacındaki kale gibi Bizanslılar’dan kalma tarihi değerler görülebilmektedir.

Samandra’nın güneyinde Aydos yöresi bulunmaktadır. Doğrudan dolmuş ya da otobüsün işlemediği Aydos Dağı’na özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Tepeye Yakacık’tan 1,5 saatlik, Sultanbeyli’den yarım saatlik bir yürüyüşle çıkılabilmektedir.

Alçak bir tepenin üstünde, taraçalar halinde yükselen kayalık bir yapısı olan ve Marmara yöresinin yüksek tepelerinden olan Aydos Tepesi’nde (537 m), güzel bir manzarayla tarihi değerlerin beraberce oluşturdukları az rastlanır bir ortam bulunmaktadır. Aydos Tepesi zengin bir manzaraya sahiptir. Kuzeyde yeşil alanlar güneyde ise Adalar ve Marmara görülebilmektedir. Özellikle mayıs ayında lavanta çiçeklerinin açtığı günler yörenin en güzel dönemidir.

Daha güneydeki Yakacık’a ulaşım kolaydır. Ankara asfaltı üzerinde, Boğaz Köprüsü’nün Asya ucundan, 23 km mesafedeki Yakacık’a Kadıköy-Yakacık otobüsleriyle gidilebilmektedir. Kadıköy-Pendik dolmuşları da Yakacık’tan geçmektedir. Çay bahçeleri ve şifalı menba suyuyla ünlü olan yöre, Marmara Denizi’nin güzel bir görüntüsüyle de manzara olanakları sunmaktadır.

AVRUPA YAKASI MESİRELERİ: İstanbul’un Avrupa yakası da Asya yakası gibi doğal değerler bakımından son derece zengindir. Bu yakada da mesire yerlerinin çoğ u Boğ az v e çev res inde yer almakt adır.

Sarıyer Yöresi: Kuzeyde Rumeli Kavağı’ndan, daha güneyde Büyükdere’ye kadar olan kesimi kapsayan Sarıyer yöresi, Anadolu yakasındaki Beykoz yöresi gibi çok zengin doğal değerlere sahiptir. En kuzeyde Rumeli Kavağı,kıyı lokantaları, plajları ve çay bahçeleriyle Boğaz boyu mesire yerlerinin en uç noktasını oluşturur. Rumeli Kavağı ve Sarıyer arası çok güzel manzaralı yemyeşil bir bölgedir. Deniz düzeyinden yukarda, denize paralel uzanan bir yol boyunca solda, yeşil alanlar ve kahveler,sağda ise Boğaz’ın Karadeniz’e çıkışına kadar olan bir alanı gören manzara seyir terasları bulunur.

Bu yol üzerindeki Tellibaba yoğun kullanımı olan bir yerdir. Tellibaba adlı bir yatırın bulunduğu bu noktada güzel manzaralı çay bahçeleri ve lokantalar bulunmaktadır.

Sarıyer Koyu ise balıkçı kahveleri, balık lokantaları ve meyhaneleri ile ünlüdür, özellikle yaz günlerinde serin havası ile İstanbullular’in yoğun ilgisini çeken bu yerleşimin, çevresi de çok sayıda mesire yeri ile doludur. Sarıyer-Kilyos yolu üzerindeki yüksek yeşil alanlar, et lokantaları, kır kahveleri, güzel manzaralarıyla îstanbullular’ca çok sık kullanılan mesire yerleri arasındadır. Yöredeki Çırçır ve Hünkâr suları tarihi değeri de olan mesirelerdir. Hünkâr Suyu, Çırçır’ın karşısında ve daha yüksektedir. Sindirim sistemine yararlı nitelikleri olan her iki suyun çevresi, ağaçlıklı dağ manzaralarıyla çevrilidir. Sarıyer’den kolaylıkla ulaşılabilen mesire yerlerinde tesis olarak kır gazinoları bulunmaktadır.

Sarıyer’in güneyinde Büyükdere yöresindeki Fatih Ormanı ile buradan başlayarak bütün Sarıyer yöresinin batısını ve kuzeybatısını kaplayan Belgrat Ormanı, doğal değerler bakımından son derece zengin olan çok önemli mesire yerleridir. Yörede bu tür koruların dışında Bilezikçi Çiftliği gibi özel kuruluşlar da kimi zaman yeşil alanlarını halkın kullanımına açmaktadır.

Eskiden kimi Avrupa devletlerinin elçilerinin sayfiye yeri olarak da kullanılan Büyükdere yöresinde bu elçiliklerin büyük bahçeler içindeki köşkleri bulunmaktadır. Özellikle 30 dönümden büyük alanıyla Rus Elçiliği’nin korusu önemlice bir doğal zenginlik oluşturmaktadır. Tarihi değer taşıyan mesire yerlerinden olan Büyükdere Çayırlığı, eski özelliğini yitirmiş olsa da yörenin anılması gereken isimlerindendir. Büyükdere Çayırlığı bugün bir çayır olmaktan çok, yöreden geçen yolların kesiştiği geniş bir açık alan durumundadır.

Büyükdere-Emirgan Arası: Büyükdere’ den güneye doğru Boğaz kıyı şeridi boyunca sıralanan Kireçburnu, Tarabya, Yeniköy, tstinye ve Emirgan yöreleri, gerek çoğunlukla açık olan Boğaz kıyı şeridi nedeniyle, gerek yeşil alanlarıyla gerekse de kahveleri, gazinoları, meyhaneleriyle İstanbul’un en çok kullanılan gezinti yerlerindendir.

Doğal değerlerinin büyük çoğunluğunu yitirmiş olmasına karşın Tarabya Koyu ve çevresi, önemli bir dinlence merkezi niteliği taşımaktadır.

Lüks lokantalar ve gazinolarla çevrili koy, çok sayıda kotra ve tekneye sığınak görevi yapmaktadır. Bu çevrede de yabancı ülke sefirlerinin korular içindeki yazlıkları bulunmaktadır. Bunların içinde özellikle Fransız, Alman ve İngiliz konsolosluklarının 30 dönümden büyük bahçeleri ve koruları önem taşımaktadır.

İlk kez Sultan 2 . Selim’in dikkatini çeken yöreye padişah için bir kasır yaptırılmıştı. Bu kasrın çevresinde ağaç zenginlikleriyle dolu çok güzel bir bahçe bulunmaktaydı. Ancak bugün, yöredeki doğal değerler yok edilerek yerlerine lüks konutlar, uygun görünüşlü olmayan turistik tesisler ve oteller yapılmıştır.

Yeniköy ve istinye yöresi de sahil boyunca yer alan plajları, kahvehaneleri ve lokantalarıyla Boğaz’ın gezilmeye elverişli yerlerindendir. Istinye çok güzel bir koya sahiptir. Ancak, burada bulunan bir tersane bu koyu başka amaçlarla yararlanılmaya kapalı tutmaktadır.

Bu yörede bulunan eski Sait Halim Paşa Yalısı’nın 30 dönümden büyük bahçesi, korusu önemlice bir yeşil alan oluşturmaktadır.

Emirgan yöresi, Boğaz’ın en çok tanınan, gerek mesire gerekse gezinti amacıyla en çok kullanılan yerlerindendir. Asırlık çınarlar altındaki çay bahçeleriyle ünlü olan Emirgan, İstanbulluların yaz-kış yararlandıkları bir dinlence merkezidir.

Kıyıdaki çay bahçeleri ve Emirgan Parkı olarak bilinen Emirgan sırtlarını kaplayan yemyeşil korular, özellikle tatil günlerinde kapasitelerinin çok üstünde bir ilgiye hedef olmaktadır.

Belediye otobüsleri ya da dolmuşlarla kolaylıkla ulaşılabilen, girişin paralı olduğu Emirgan Parkı, İstanbul parklarının en önemlilerindendir.

Bebek Yöresi: Emirgan’ın güneyinde Rumelihisarı ve Bebek yöresi bulunmaktadır. Rumelihisarı çevresi de çay bahçeleri ve açık kıyı şeridiyle İstanbul’un gezinti yerlerinden birini oluşturmaktadır.

Bu noktadan Bebek’e kadar olan bölgede sahil yolundan başlayarak yükselen sırtlar, yeşil alanlar durumundadır. Hisar-üstü’nde Boğaziçi Üniversitesi’nin alanında, tarihi Bebek bahçelerinin diğer yerlere oranla yeşil kalabilmiş kalıntıları görülebilmektedir. Eskiden büyük ağaç zenginliklerini barındıran muazzam bahçeler bugün artık yerinde durmamaktadır. Bu sırtların Boğaziçi Üniversitesi’nin alanına girmeyen bölümü parsellenip satılarak yerlerini apartmanlara bırakmıştır.

Tevfik Fikret’in evi olan ve güzel bir doğal çevre içinde bulunan Aşiyan Müzesi ile Aşiyan Mezarlığı’nı da kapsayan bu yeşil sırtlarda, kişilere ait Ipar ve Kertel koruları bulunmaktadır.

Beşiktaş Yöresi: Bebek’ten kent merkezine doğru yaklaşıldıkça Arnavutköy, Kuruçeşme, Ortaköy ve Beşiktaş yerleşimleri yer almaktadır. Bu merkezlerden Kuruçeşme’ deki Şeyhülislam Cemalettin Efendi Korusu ile Ortaköy’deki Ortaköy Korusu nispeten büyücek yeşil alanlardır. Doğal güzelliği nedeniyle çok eskiden beri özel bir önem taşıyan Beşiktaş yöresi bugün daha çok bir iş merkezi görünümündedir. Ancak İstanbul’un en önemli parklarından tarihi değeri de olan Yıldız Parkı ve Korusu bu yörede yer almaktadır. Ortaköy-Beşiktaş arasını hemen tümüyle dolduran bu yeşil alan İstanbullular için birçok yönleriyle önem taşımaktadır (Bak. istanbul’un Ünlü Koru ve Parkları).

Beşiktaş’taki tarihi Yahya Efendi Mesiresi, bugün de küçük bir alan olarak varlığını korumaktadır. Yörede eski İstanbul’un önemli mesire yerlerinden biri olan Ihlamur Mesiresi’nin de kalıntıları bulunmaktadır. Osmanlı hükümdarlarının nişan talimleri yaptığı, elli yıl öncesine kadar değerlerini koruyabilmiş olan bu doğal zenginlikten bugün, çam, servi, çınar, ıhlamur ve meşe ağaçlarının arasındaki iki kasır ile odun-kömür depolarıyla işgal edilmiş gittikçe ölen bir yeşil alan kalmıştır.

Beşiktaş yöresinde Dolmabahçe Sarayı’nın arkasındaki sırtlardan başlayarak, Spor Sergi Sarayı’nın bulunduğu noktaya kadar yükselen bir yeşil alan olan Maçka Parkı da İstanbul’un çok gelinen gezinti yerlerindendir. Bu parkın, Bayıldım Caddesi’yle Beşiktaş arasında kalan bölümünde, kimi spor tesisleri bulunmakta olup genel kullanıma açık değildir. Bu bölümün sona erdiği yüksek noktada bulunan Maçka Taşlık Gazinosu, İstanbul’un çok bilinen yerlerindendir. Güzel bir manzaraya sahip olan bu nokta tatil günlerinde büyük kalabalıkları çekmektedir. Yörede gazinonun dışında, yeşil alanlara veBoğaz manzarasına hâkim teraslar bulunmaktadır. Bu terasların altındaki çam ağaçlarının çoğunlukta olduğu Maçka Parkı ve Koruluğu kolay ulaşılabilir olması nedeniyle de çok kullanılan bir dinlence alanıdır. Park çevresinde, çocuk parkları, havuzlar, lunapark, masa-bank, büfe gibi tesisler bulunmaktadır.

Taksim-Dolmabahce Yöresi: İstanbul’ un kent içinde kalan bu yöreleri önemli doğal olanaklara sahip değildir. Ancak, Dolmabahçe kıyılarındaki açık alanlar, olanaksızlıklar içindeki kentlilerce kullanılan nefes alma noktalan özelliği taşımaktadır. Tarihi iki sebil kahvesinin de bulunudğu bu çevre Boğaz’ın bir bölümünü gören, ancak bitki örtüsü bakımından iyice yoksul parklar durumundadır. Dolmabahçe’den başlayarak yükselen Taksim sırtları, küçük yeşil alanlar dışında tamamen yüksek binalarla çevrili bir iş merkezi görünümündedir. Bu binalar arasına sıkışmış tarihi Taksim Gezisi, bugün küçük bir park olarak varlığını sürdürmektedir. Taksim’den başlayıp Elmadağ’da biten bu parkta çeşitli ağaçlar, yeşil alanlar, banklar ve bir de çocuk bahçesi bulunmaktadır. Parktan Elmadağ yöresinde, Fransız Hastanesi’nin içinden, Taşkışla-Açık Hava Tiyatrosu yöresine çıkılmaktadır. Çok az ağaçlıklı, açık bir alan olan bu yöre daha çok Dolmabahçe’nin, Boğaz’ın ve yamaçlardaki yeşil alanın görüntüsüne hâkim büyücek bir manzara seyir terası durumundadır.

Taksim çevresinde biri Boğaz, diğeri Haliç manzaralı iki özel nokta daha bulunmaktadır. Bu noktalardan birincisi Cennet Bahçesi denilen teraslar halinde düzenlenmiş çok bilinen bir çay bahçesidir. İkinci nokta ise Tepebaşı kahveleridir. Cennet Bahçesi nispeten yeşil ortamıyla güzel bir Boğaz manzarası sunarken, Tepebaşı kahveleri, bugün ancak tarihi değer taşımakta, konuklarına Halic’in derbeder görüntüsünden başka bir olanak sağlayamamaktadır.

Haliç Yöresi: İstanbul’un tarihte kalmış doğal değerlerinin en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz Haliç ve yöresidir. Halic’in Kâğıthane Deresi’yle birleştiği nokta ve Kâğıthane Deresi boyu, eski İstanbul’un çok ilgi gören mesirelerindendi. Eski kâğıt imalathanelerinin, un değirmenlerinin ve baruthanenin bulunduğu Kâğıthane yöresi, cirit oyunlarının, ok atışlarının ve yarışların düzenlendiği bir eğlence yeriydi.

En gözde mevsimi ilkbahar olan, Sadabad diye de bilinen Kâğıthane Mesiresi’nin lalelerle, çınar ve kavak ağaçlarıyla örtülü alanı, yapay çavlanların bulunduğu Çağlayan yöresine kadar uzanmaktaydı. En parlak devri III. Ahmed zamanı olan mesire yerinde bu dönemde Sadabad Kasrı, Çağlayan Köşkü, tmrahor Köşkü, Kâğıthane Köşkü, Koşu Köşkü, Çadır Köşkü gibi çok değerli eserler, kasırlar yapılmıştı.

Yoğun bir doğa kirlenmesiyle yok olan eski Kâğıthane Mesiresi, bugün tam bir harabedir. Yöredeki yapıtların çoğu II. Dünya Savaşı sırasında askeri tesislerin yapılabilmesi için yıkılmış, kalanı ise bakımsızlıktan çürümeye terk edilmiştir.

Eski özelliklerini yitirmekle birlikte, varlığını sürdüren ünlü Piyerloti Kahvesi de bu yörededir.

Eyüp sırtlarından Halic’e uzanan zengin bir manzaraya sahip bu tepe, Osmanlı Dönemi’nin son zamanlarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok sık gidilen bir dinlence merkeziydi. Adını bir Fransız yazarından alan, bir zamanlar sanatçıların toplantı yeri olan bu tarihi şark kahvesi, bugün pis bir ortamda özelliklerinin tümünü yitirmiş durumdadır.

Sarayburnu Çevresi: Doğal zenginlikler açısından İstanbul’un bir başka ilginç noktası da Sarayburnu Yarımadası’dır. Yörenin önemi asıl olarak Topkapı Sarayı’nın varlığından kaynaklanmaktadır. Kıyıdan başlayan alçak bir tepenin üstündeki Topkapı Sarayı ve bahçesi ile sarayın eski bahçesi olan, şimdiki Gülhane Parkı’mn bulunduğu Sarayburnu’nda, belediye tarafindan park olarak düzenlenmiş bir açık alan da vardır. Marmara Denizi’ni ve Boğaz’m girişini gören bu alan kent içinde az rastlanan açık yerlerdendir. Gülhane Parkı ise gerek tesisleriyle gerekse yeşil alanlarıyla İstanbulluların en çok kullandıkları dinlence yerlerinden biri durumundadır.

Topkapı’nın Batısındaki Mesire Yerleri: İl alanı içinde Topkapı yöresini ve buradan başlayarak ilin batı sınırına kadar olan alanı kapsayan bu bölgede çok sayıda mesire yeri bulunmamaktadır. İstanbul’un bugün artık var olmayan bir başka tarihi mesiresi olan Çırpıcı Çayırı bu alan içinde kalmaktadır. Bugünkü Topkapı yöresinin sanayi alanları, eskiden Hıdrellez’in ilk haftalarından başlayarak akın akın İstanbulluların geldikleri yemyeşil bir alandı. İçinden iyi nitelikli artezyen suları da kaynayan bu tarihi mesirede çeşmeler, köprüler bulunmaktaydı. Kâğıthane denli önemli olan bu mesire bugün tamamen yok olmuş durumdadır.

Daha batıda Yeşilyurt, Yeşilköy ve Florya yöresi, daha çok kent kullanımı altında olmasına karşın planlı bir gelişmeyle kurulduğundan, kentin diğer yörelerine göre daha çok nefes alma olanağı sağlayan yerleşimlerdir. Çevredeki küçük parklar, yeşil alanlar, kıyı kahveleri, yöre halkına hizmet edebilir kapasitede gezinti yerleri oluşturmaktadır.

Bunlar arasında Florya yöresinin özel bir yeri vardır. Çok nitelikli bir plaja sahip olan bu merkez (Bak. Plajlar), yeşil alanlarıyla bir mesire yeri görevi de görmektedir. Taksim’den otobüs, SirkeciMen elektrikli tren gibi araçlarla kolayca ulaşılabilen Florya’da, At at ürk’ün emriyle kurulmuş Atatürk Ormanı bulunmaktadır. 230 ha alana yayılan çam ormanı, İstanbul’un önemli ko-rularındandır. Koru içindeki köşkler, parklar ve bahçeler mesirenin değerini artırmaktadır.

Florya’nın batısında Büyük ve Küçük Çekmece arasında yer alan Haramidere Vadisi de İstanbuUular’m değerlendirdiği mesire yerleri arasındadır.

Küçük, serin ve yeşil bir vadi olan Ha-ramidere’den iyi nitelikli bir kaynak suyu da çıkmaktadır.

l-Yalıköy

2- Subaşıköy

3- Inceğiz Mağaraları

4-Çatalca

5- Silivri

6- Selimpaşa

7- Kumburgaz

8- Güzelceköy

9- Mimar Sinan

10- Büyük Çekmece

11-Terkos

12- Karaburun

13-Yeniköy

14- Haramidere

15-Akpınar

16-Ambarlı

17-Avcılar

18-Ağaçlı

19-Küçük Çekmece

20-Çift alan

21- Yarımburgaz Mağaraları

22- Florya

23- Yeşilköy

24- Yeşilyurt

25- Ataköy

26- Bakırköy

27- Gümüşdere-Kısırkaya

28- Belgrat Ormanı

29- Kemerburgaz

30- Alibeyköy

31- Kâğıthane

32- Eyüp

33- Haliç

34- Gülhane Parkı

35- Sarayburnu

36-Taksim

37- Maçka Parkı

38- Yıldız Parkı

39- Bebek

40- Rumelihisarı

41-Emirgan

42- Istinye

43- Tarabya

44- Büyükdere

45- Sarıyer

46- Rumeli Kavağı

47- Rumeli Feneri

48- Demirciköy

49- Kilyos

50- Anadolu Feneri

51- Anadolu Kavağı

52- Akbaba

53- Dereseki

54- Beykoz

55- Abraham Paşa Korusu

56- Paşabahçe

57-Göztepe

58- Anadoluhisarı

59-Küçüksu

60- Elmalı

61-Büyük Çamlıca

62- Kısıklı

63- Küçük Çamlıca

64-Üsküdar •

65- Salacak

66- Haydarpaşa

67- Kadıköy

68- Moda

69- Kalamış

70- Fenerbahçe

71-Caddebostan

72- Suadiye

73- Bostancı

74- Küçükyol

75- Maltepe

76- Başıbüyükdağ

77- Başıbüyükköy

78- Dragos

79- Karabaşbayır

80- Kartal

81- Kınalıada

82- Burgaz Adası

83- Kaşık Adası

84- Heybeliada

85- Buyükada

86- Sedef Adası

87-Tavşan Adası

88- Sivriada

89- Yassıada

90- Pendik

91-Güzelyalı 92-Taşlıbayır

93- Yakacık

94- Aydos Dağı

95- Samandra

96- Taşdelen

97- Alemdağ

98- Polonezköy

99- Mahmut Şevket Paşa

100- Riva

101-Ömerli

102- Ksenefon Mağaraları

103-Sofular

104- Şile

105-Ağva

106-Tuzla İçmeler

107-T

tuzla